Zümrüd-ü anka efsanesi
Binlerce kuş hep birden Mezopotamya ovalarında kızıl kanatlarını
çırparak, coşkun bir nehrin akıntısı gibi arkalarında kurşunî
bulutlarıyla süzülüp gittiler. Kurşun rengi toz bulutunun binlerce
çeşit, binlerce renk, binlerce ötüşlü meltem kanatlı kuşları; nazlı
gelinler gibi süzülüp, bin renk çiçeğin, bin renk kokusuyla bezeli
ovaların on bin yıllık ağaçlarının yorgun dallarına konarak, dağlarda
dolaşan bir ozanın büyülü kavalına kulak kabarttılar. Ozana büyülü
sesli bir kuş eşlik ediyordu. Kuşun büyülü ötüşü ozanın kavalını
tanrının kutsal ışığına dönüştürdü. Kuşun sesini ancak kalbi temiz
olanlar, yüreği iyilikle dolu yanık sesli ozanlar duyabilirdi. O
ozanlardan biri ve hiç kuşkusuz en önde geleni de Mezopotamya'nın
yakıcı güneşi altında kavruklaşmış teni, sırma bıyıkları, ceren
gözleriyle Mir Mehmet'ti.
Mir Mehmet, binlerce kuşun arasında sesi yüreğini paralayan bu
büyülü kuşu aramaya başladı. O, sese yaklaştıkça, ses ondan uzaklaştı.
Ses ondan uzaklaştıkça Mir Mehmet ona koştu. Ses onu günlerce peşinden
sürükledi, durdu. Mir Mehmet günlerce haftalarca aylarca yol alıp,
dağlar, tepeler, ovalar göller aştı ancak bir türlü sese ulaşamadı.
Büyülü sesin sahibi kuş, ozanı ısrarla çağırıyor, ardı sıra avare
aşıklar gibi sürüklüyordu. Mir Mehmet gittiği her yerde sesin sahibi
kuşu arıyor, gördüğü herkese onu soruyordu. İnsanlar da ona bu kuşa
asla ulaşamayacağını, böyle bir kuşun hiç var olmadığını, onu aramayı
bırakması gerektiğini söylüyorlardı. Ama kuşu bulursa da ölümsüzlüğe
ulaşacağını ekliyorlardı.
Mir Mehmet kuşu aramayı ısrarla sürdürdü. Önce Amanoslar'a gitti,
çıkmadığı tepe, geçmediği dere kalmayana kadar aramaya devam etti.
Oradaki bataklıklarda Flamingolar'ı gördü. Önce büyülü kuşa
benzetti onları ama çok geçmeden aradığı kuşun bunlar olmadığını anladı
ve umutsuzca memleketine dönmeye karar verdi. Aylardır görmediği
babasını konaklarının önünde kendisini beklerken buldu. Sıkıca sarıldı
babası Mehmet'e.
Babası oğlunun onuruna günlerce süren şölenler yaptırdı. Daha
sonra baba oğul dertleşmeye koyuldular. Babası ona aradığı kuşu görüp
görmediğini sordu. Mehmet derin bir üzüntüyle görmediğini ancak onu
yine arayacağını ve mutlaka bulacağını söyledi. Babası da şöyle dedi
oğluna: "Oğlum, eski ozanların her biri bahsetmiş bu kuştan ancak
sesini duyan olmuşsa da şimdiye kadar kimse görememiş. O kuşu aramaktan
vazgeç artık."
Mehmet babasının nasihatlarına şöyle karşılık verdi;
"Kuş beni çağrıyor baba, vazgeçmem onu aramaktan."
Mir Mehmet bir müddet sonra tekrar düştü yollara, büyülü sesin
sahibi kuşu bulmaya çıktı. Önce Yezidiler'in kutsal topraklarına
düşürdü yolunu, Laleş'e vardı. Çok iyi ağırladılar ozanı. Mir Mehmet,
Mezopotamya'nın bu kara bahtlı halkını uzaktan duymuş ve haklarında çok
şey öğrenmişti. Onların mutlaka kuşun yerini bileceklerini düşünüyordu.
Ne de olsa onlar da bir kuşa vermişlerdi gönüllerini, avuçlarını açmış
kutsamışlardı Melek-î Tavus'u. Ancak maalesef Mezopotamya'nın bu
cefakar insanları da ona yardımcı olamamışlardı. Bu kez yüzünü batıya
çevirmişti. Binlerce hurmalığın şıra kokusuna kestiği bir coğrafyayı
taramaya başladı. Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı.
Artık Mir Mehmet'i bir yorgunluk sardı. Bitkinlikten iki büklüm olup düştü durduğu yerde.
Bir süre sonra üzerinden binlerce rengin bir araya geldiği dev bir
gölge belirdi. Gölgeyle birlikte yine o kutsal kuşun sesini duydu ve
hızla gölgenin sesinin ardından koşmaya başladı... Gölge hızlandı, ozan
da hızlandı. Ses uzaklaştıkça ozan ardından koşmaya başladı. Ancak
Mehmet'in yorgun bedeni dayanamadı ve yere yığıldı. Kendinden geçen
Mehmet'i saatler sonra bir çoban su vererek uyandırdı. Çoban; "Sen de
mi o kuşu arıyorsun?" diye sordu. "Evet" dedi Mehmet ve sordu; "Uçan
dev gölgeli kuş o muydu?" Çoban; "Bilmiyorum, emin değilim" diye cevap
verdi.
Mir Mehmet tekrar yola koyuldu, ormanlar aştı. Günler sonra
Koçerlerin yaşadığı ovalara vardı. Kıl çadırlarda ağırladılar ozanı.
Konuksever Koçerler günlerce onu konuk edip güçlendirdiler.
Günler sonra bin renkli, bin kulaç kanatlarından daireler
çizerek yeryüzüne inen kuş sürüsünü yine gördü ozan. Kuşlar Mezopotamya
ovalarında nazlı nazlı süzülüyorlardı.
Ozan yine o büyülü kuşun ardına düştü. Ve sonunda nihayet
arzusuna kavuştu. Heyecanla bağırdı; "İşte orda, vallahi de, billahi de
o kuş işte, bin ötüşlü kuş işte" dedi.
Koçerler hep bir ağızdan karşılık verdiler ona; "Hayır o değil,
biz ötüşünü duymuyoruz. Duysaydık cenneti yaşar, ölümsüzlüğü tadardık.
Mehmet ısrarla kuşun ardından gitti, yine dereler tepeler aştı, yollar katetti, ama yine kaybetti kuşun izini.
Mir Mehmet, Torosları, Amanoslar'ı, Çukurova'yı dolaşmış, Dicle ve
Fırat'ı aşmış Cudi, Zagros, Sincar, Abdülaziz dağlarında gezmediği yer
bırakmamıştı. Bir türlü kararından vazgeçmiyor, yine dağlar tepeler
aşıyordu. Gittiği her yerde Mezopotamya'nın kaval sesi kadar yanık
sesli ozanları ile karşılaştı. Ozanların yanık ezgileri yüreğine
cesaret, bedenine güç verdi ve kararlığını sürdürmesine yardımcı oldu.
Mehmet, günler sonra ulaştığı köyde dinlendikten sonra o kutsal
ötüşlü kuş için yaktığı türküleri okumaya başladı. Yanına nur yüzlü
yaşlı bir ozan geldi. "Sen Mir Mehmet'sin" dedi ve durdu yanı başında
Mehmet'in. Mehmet şaşırmış halde ihtiyara baktı ve cevap verdi; "Evet
benim" dedi.
Yaşlı ozan, Mehmet'in yanına oturarak konuşmasına devam etti,
"Senin aradığın kuşu biliyorum. O kuş Zümrüd-ü Anka'dır..." Mehmet
heyecanla kulağını ve gözünü yaşlı ozana verdi. "O bütün kuşların
hükümdarıdır. O'nun yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf
Dağı'nın tepesindedir. Oraya varmak için yedi dipsiz vadi aşman
gerekir. Ona ulaşmak isteyen kuşlar beş vadi aşamadan telef oluyorlar.
O, sadece bir insan oğluna bakıp dost olmuş, o da kendi eliyle
büyüttüğü Rüstem'in babası Zal'dır." Mehmet, yaşlı ozanın
anlattıklarından çok etkilenmişti. O günden sonra güzel sesli Zümrüd-ü
Anka için türküler okudu ve Hz. Süleyman gibi bütün kuş dillerini
öğrendi. O, artık kuşların Miri'ydi. Ozan Mir Mehmet'ti...